AVCI & DURAN
AVUKATLIK BÜROSU

AVCI & DURAN Avukatlık Bürosu; Avukatlık ve yürütmüş olduğu Avukatlık Faaliyeti hakkında adalet talebi olan herkesi aşağıdaki hususlarda aydınlatmayı sorumluluğu bilir.

Avukatlığın öneminin, her geçen zaman dilimi arttığı çağımızda; sürekli değişen yasalar, yüksek yargı organların farklı yönde vermiş olduğu kararlar, hukuk dallarının ayrı yargılama usulüne tabi olması ve buna benzer sayabileceğimiz bir çok sebepten avukat tutmak keyfiyet olmaktan çıkmış, ihtiyaç hatta zorunluluk halini almıştır. Öyle ki en basit şekilde bir kaç örnek göstermek gerekirse; davanın yetkisiz ve görevsiz mahkemede açılması, ispat vasıtalarının uygun süre içinde bildirilmemesi ve sunulmaması, duruşmaya haklı neden olmadan katılım sağlanmaması veya sebebinin süresinde bildirilmemesi ve en ehemmiyetlisi davanın temeli sayılan dilekçenin eksik veya fazla hususları barındırması gibi hallerde dava aleyhe sonuçlanabilmekte, amiyane tabirle; hak aramak için çıkılan yoldan eli ve yapılan onca masrafla cebi boş dönülebilmektedir. Bu minvalde;

Haklı olmanız ile hakkınızı almanız arasındaki ince çizgi, Avukatınızdır. AVCI & DURAN Avukatlık Bürosu ve ülkemizin dört bir yanında değer sahibi tüm meslektaşlarımızla bu hakikatin bilincinde ve şerefli vazifemizin asir mesuliyetiyle faaliyet göstermekteyiz.

AVCI & DURAN Avukatlık Bürosu olarak;

Dürüstlüğü, meslek ahlakının vazgeçilmez bir parçası kabul ediyor; güven ve gizlilik prensibini esas alıyoruz. Müvekkilin menfaatinin, öz menfaati olarak görülmediği hiç bir alanda değil adaletin muhafızlığından, muhafazasından dahi bahsedilemez. Davanız davamızdır, anlayışıyla hareket ediyor, adaleti evveliyatla Büromuzdan başlatıyoruz.

Engin bilgi birikimimizi gün geçtikçe değişen mevzuat hükümlerini ve yargı içtihatlarını takip ederek her daim güncel tutuyoruz. Hakkın tespitinin ilk adımı doğru bilgi sahibi olmaktır. Bilgiyi güvenilir kaynaklardan tarıyoruz.

Danışmanlık ve Araştırma faaliyetlerimizle meseleyi basiretli surette tahkik ediyor, ferasetle mütalaa ettikten sonra olurunu müvekkillerimize açık ve net bir şekilde kaynak göstererek sunuyoruz. Davacı veya davalı vekili olarak üstlenilecek olan müstakbel davanın aleyhe sonuçlanması muhtemel ise iş sahibini bilgilendiriyor ve olumsuz tüm sonuçların gerçekleşmesinin gecikmeksizin önüne geçilmesini sağlıyor, lehe sonuçlanması muhtemel davalarda ise mutabık kalmamız halinde vekalet ilişkisini başlatarak arabuluculuk ve dava takibini üstleniyoruz.

İvedi ve çözüm odaklı yaklaşımımızla hizmetin kalitesi kadar sürecin erken sonuçlanmasının öneminin farkındayız. Geç gelen adalet, adalet değildir. Hakkınızı sürüncemede bırakmamak için en pratik yolları tercih ediyoruz.

Arabuluculuk hizmetimizle; yalnızca kanun hükümleri gereği arabuluculuğun zorunlu tutulduğu hallerde değil, müvekkillerimizce talep edilmesi halinde her uyuşmazlıkta, uzlaşma yoluna gidiyoruz.

Dava ve İcra takiplerinde, müvekkillerimizi süreç hakkında düzenli periyotlar ile bilgilendiriyoruz. Müvekkil vekil ilişkisinin en önemli yapı taşı güven, güvenin temeli şeffaflıktır. Yargılama sürecinde kaydedilen aşamaları sarih bir şekilde müvekkillerimizle paylaşıyoruz.

Koruyucu avukatlık ya da bir diğer adıyla önleyici hukuk hizmetimiz kapsamında; sözleşme düzenlenmesi, tescil ve devir işlemlerine bakılmakta bu sayede mevzuata uygun ve her iki tarafın da menfaatlerini koruyan ve yükümlülüklerini gözeten hukuki işlemler yapılmaktadır. Hukuki uyuşmazlık vaki olması halinde taraflar haklarına tam ve eksiksiz bir biçimde erişebilmektedir.

Her biri alanında uzmanlaşan avukatlarımızla hakkınızı öğrenmeniz, hakkınızı almanız; hukukun doğru ve yerli yerinde uygulanması velhasıl adaletin temini ve tesisi için daima yanınızdayız.

Hukuk Yargısı

Uygulamada Özel Hukuk Yargısı olarak da tabir edilen Hukuk Yargısı yani medeni yargılama, adli yargıya tabi, hukuk öznesi kişi ya da kişi grupları arasındaki özel hukuk ihtilafların çözümlendiği yargı türüdür. Bu yargılama türünde hakkı ihmal edilen, ihlal ya da inkâra uğrayan kişiler, prosedürel hukuki korunmadan yararlanarak, subjektif haklarının himaye edilmesini talep ederler. 

İşte bu vakit gündeme gelecek ilk mevzu, hukuk yargılamasının temelinin, dava ikamesi esasına dayandığı vakıasıdır. Dava ikamesi ile hukuki himaye talep edenlerin sıfat veya hak ile irtibatı bulunsun bulunmasın taraflar ve mahkeme arasında bir hukuk yargılaması ilişkisi (tesisi) başlar. Bir diğer ifadeyle, bu hukuki ilişkinin tesisi, dava ikamesine bağlıdır. Kısaca hukuk yargılamasında; gerçek ya da tüzel kişiler, şahıs veya malvarlığı haklarına ilişkin ihtilafların çözümlenmesini adli yargıya tabi mahkemelerden talep ederler. Böylelikle kişilerin adli yargıya taşıdığı şahıs ya da malvarlığı haklarına ilişkin taleplerinin çekirdeğini oluşturan içtimai hayattaki beşeri münasebet ve ilişkiler yumağı, hukuk yargılamasında dava sebebini oluşturur. Kişiler, yani hak ehliyetini haiz gerçek ve tüzel kişiler, şahıs ya da malvarlığına ilişkin haklarını, ancak vakıalara, yani hayat olaylarına dayandırarak mahkemeden hukuki himaye talep edebilirler.

Ceza Yargısı

Ceza Yargısı veyahut diğer adıyla Ceza Muhakemesi, ceza hukukunun ihlal edildiği iddiasının doğruluğunun araştırılması faaliyetidir. Ceza muhakemesi; suç işlenip işlenmediği, işlenmişse failinin veya faillerinin kim olduğu, ceza sorumluluklarının bulunup bulunmadığı, sorumlu iseler bunun türü ve miktarının belirlenmesi ve infaz edilebilir bir yaptırımın ortaya konulması amacıyla yapılan bir dizi faaliyetten oluşmaktadır.

Ceza muhakemesi hukuku ise ceza muhakemesini düzenleyen hukuk dalıdır. Ceza muhakemesinin ilke ve esaslarını ortaya koyan ceza muhakemesi hukukunun amacı, insan hakları ihlallerine yol açmadan maddi gerçeği araştırıp bulmaktır. Ceza muhakemesinin ve ceza muhakemesi hukukunun temel kaynağı, 5271 sayılı CMK’dır (Ceza Muhakemesi Kanunu). CMK’nın kapsamı birinci maddesinde ifade edilmiştir. Buna göre, Ceza Muhakemesi Kanunu, ceza muhakemesinin nasıl yapılacağı hususundaki kurallar ile bu sürece katılan kişilerin hak, yetki ve yükümlülüklerini düzenler. Bir suçun işlenmesiyle birlikte Devlet ile fail arasında, değişik evre ve aşamaları kapsayan bir ilişkinin oluştuğu bilinmektedir. Bu ilişki suçun ve failinin saptanmasından başlayarak, verilecek hükmün kesinleşmesine kadar uzanmaktadır. İşte; Ceza Muhakemesi, suç işleyenle Devlet arasındaki ilişkinin adil yargılama esaslarına uygun olarak sürdürülmesini sağlayan usuli bağlayıcı hukuk kurallarını içeren yargı dalıdır.

İdari Yargı

Kamu gücü kullanmak suretiyle tek yanlı irade açıklaması ile kişiler üzerinde hukuki etki doğuran işlemler yapan, eylemler icra eden devletin(idarenin); bağımsız yargı organları tarafından denetlenmesi, hukuk devletinin bir gereği olarak kabul edilmektedir.

İki özel hukuk kişisinin ilişkilerinde, hukuki ilişkinin tarafları eşittir; bu sebeple de tarafların iradesi uyuşmadıkça ortaya bir hukuki sonuç çıkmaz. Karı-koca, ev sahibi-kiracı, alacaklı-borçlu vb. arasındaki ilişki eşitler arası bir ilişkidir. Bu sebeple de tarafların iradesi uyuşmadığı sürece ortaya herhangi bir sonuç çıkmaz. Bir taşınmaz mal üzerindeki mülkiyet hakkının bir kişiden diğer kişiye geçmesi için her iki tarafın da rızası gerekir; böyle bir rıza yok ise mülkiyet değişimi olamaz. Doğrusu Özel Hukukta hukuki sorun karşılıklı iradelerin uyuşmasından ziyade, karşılıklı edimlerin tam ve doğru bir şekilde ifa edilmemesinden kaynaklanır, verdiğimiz örneklerde de görüleceği üzere hukuki işlem iki tarafın iradelerindeki uyuşmadan doğup, bu safhada bir çekişme yaşanmamaktadır.

Bununla birlikte üstün kamu gücü kullanma yetkisi ile donatılmış bulunan devlet (idare) ise karşı tarafın rızası olmasa da bir taşınmazı kamulaştırma yoluyla alabilir. Aynı şekilde idare, bir memuru rızası olmasa bile naklen atayabilir, bir taşınmaz için yıkım kararı alabilir, bir öğrenciye disiplin cezası verebilir, imar planında değişiklik yapabilir. İdareye tanınan bu yetkiler, hiç şüphesiz kamu hizmeti yapmak bakımından tanınmıştır ve hukuk kuralları ile bu yetkilerin ne şekilde kullanılacağı önceden belirlenmiştir. İdarenin, bu yetkilerini hukuk kurallarına uygun olarak kullanması gerekir. Bu husus, Anayasamızın 6. maddesinde şu şekilde ifade edilmiştir; “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” İdarenin yargısal denetimi, bireyin devlet karşısında zayıf konumda olması ve bu sebeple korunması düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Her şeyden önce bu yolla eylem ve işlemleri yargı denetimine tâbi olan idare, keyfi ve hukuka aykırı davranışlardan kaçınmaya; hukukun içinde hareket etmeye zorlanır. Dahası bireyler, bu denetim sayesinde idarenin hukuka aykırı davranışlarına karşı korunmuş olurlar.

AYM ve AİHM Bireysel Başvuru

Anayasa Mahkemesi(AYM); kanunların, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün Anayasa’ya uygunluğunu denetleyen, mahkemelerin kanunların veya kararnamelerin Anayasa’ya aykırı olduğu şeklinde ileri sürdüğü iddiaları inceleyen, aynı zamanda bireysel başvuruları inceleyerek karara bağlayan, ikincil nitelikte iç hukuk yolu mekanizmasıdır. 

Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkileri 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 3. maddesinde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. AYM’nin teşkilat yapısı, işleyişi, bölümlerin ve komisyonlarının oluşumu, çalışma usul ve esasları, görev alanların yetkileri ve sorumlulukları ise Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nde yer almaktadır. 7 Mayıs 2010 tarihinde, 5982 sayılı Kanun ile Anayasa’da yapılan değişiklik üzerine, AYM’ye bireysel başvuru yolu açılmış olup, 23 Eylül 2012 tarihinden itibaren, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi(AİHS) ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamında olan ve Anayasa ile güvence altına alınan temel ve hak özgürlüklerinden herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla yapılan bireysel başvurular incelenmeye başlanmıştır. 

Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.

Ayrıca Mahkeme; somut norm denetimi ile diğer mahkemelerde görülen davalarda uygulanan yasaların Anayasaya uygunluğunu denetlemektedir. İtiraz yolu olarak da adlandırılan bu denetim mekanizmasının koşulları şunlardır: Bakılmakta olan bir dava olmalıdır, davaya bakmakta olan bir mahkeme olmalıdır, davada uygulanacak bir kanun ya da Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükmü olmalıdır, mahkeme uygulanacak hükmü anayasaya aykırı görmeli veya aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varmalıdır. İtiraz yolunda ise bireysel başvurudan farklı olarak uygulanması AİHS’te yer alan anayasa hükümleriyle sınırlı tutulmamıştır.

Anayasa Mahkemesi iptal ve itiraz yolunda “ret” ya da “iptal” kararı verebilir. Ret kararı ilk ya da esas inceleme aşamasında verilebilir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ise bazı temel hak ve özgürlüklerin korunması amacıyla 1959 yılında kurulmuş uluslararası bir yargı kurumudur. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), mahkemenin yargı yetkisi ile koruma altına alınan hak ve özgürlükleri düzenlemektedir. AİHS, hem bireysel başvuru hakkının hem de AİHM’in yargı yetkisinin sınırlarını belirleyen en temel insan hakları belgesidir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurulabilmesi için olağan tüm iç hukuk yollarının tüketilmiş olması gerekir. Başvuru sırasında tüm iç hukuk yolları tüketilmemiş olsa bile, AİHM’in bireysel başvuru hakkında karar verdiği tarihe kadar iç hukuk yollarının başvuru yapıldıktan sonra tüketilmiş olması halinde de başvuru incelenir. AİHM başvurusu, AİHM Bireysel Başvuru Formu kullanılarak yapılır. Başvuru formunun usulüne uygun doldurulması gerekir, aksi takdirde başvurunun usulden reddedilmesi sonucu ile karşılaşılabilir. Hayatta olmayan biri adına AİHM’e bireysel başvuru yapılamaz. Hayatta olmayan kişinin ölümü nedeniyle mirasçıları, uğradıkları haksızlığın giderilmesi için iç hukuk yolları tüketildikten sonra ya da etkili bir iç hukuk yolu olmadığı düşünülüyorsa doğrudan mahkemeye başvuru yapabilirler.

Başvurunun bir avukat tarafından yapılması zorunlu değildir. Ancak mahkeme, kabul edilebilirlik kararı verilmesinden sonra başvurunun bir avukat aracılığı ile yürütülmesini istemektedir. Bu nedenle ortaya çıkabilecek sorunların yaşanmaması ve sırf şekli bir nedenden dolayı başvurunun reddedilmesinin önüne geçilmesi için başvurunun en başından itibaren bir avukat tarafından yapılması ve yürütülmesinde fayda vardır. AİHM’e başvuru süresi, iç hukuk yollarının tüketildiği veya hak ihlalinin ortaya çıktığı tarihten itibaren dört aydır.

  Tüm hakları saklıdır.